30 Ekim 2016 Pazar

Cep Telefonuna Kitapları Sesli Okutmak

Kitap okumak bir tutku, günümüzde ulaşımda yada diğer işlerimizde boşa geçen zaman oldukça fazla. Bankada sıra beklerken, hastanede sıra beklerken boşa geçen zamanları genellikle cep telefonumuzla oyalanarak geçiriyoruz. Peki bu ölü süreleri kitap okuyarak geçirsek daha iyi olmaz mı? Önceki yazımızda cep telefonumuzu bir kindle(kitap okunan dijital cihaz) gibi nasıl kullanacağımızı açıklamıştık. (Cep Telefonunu Kitap Okumak için Kullanmak)

Bazı zamanlarda okumaktan üşenebilir yada bunun için uygun ortamınız olmayabilir. Bu durumda telefonun size kitap okumasına ne dersiniz?

Bu yazımızda ise kitap metinlerini seslendiren uygulamaların nasıl kurulup ayarlanacağını ve pratik ip uçlarını anlatacağız. Sorunsuz bir okuma işlemi için PDF dosyalar yerine ePub formatındaki kitapları bulmaya çalışınız. PDF formatındaki kitapların bazılarında sesli okuma yapılamıyor, bunun nedenlerini yazının ilerleyen yerlerinde açıklayacağız.

Android işletim sistemine sahip olan telefonlar için bu konuda epey uygulama mevcut fakat bu uygulamaların çoğu Türkçe okumada yanlışlıklar yapabiliyor veya sizi reklama boğabiliyor. Bazı uygulamalar ise okuma özellikleri için ek ücretler isteyebiliyor. Bu yüzden Google'ın kitap okuyucusnu kullanacağız. Bir çok Android telefonda otomatik yüklü gelen bir uygulama. eğer yüklü değilse şuradan yükleyebilirsiniz (Google Play Kitaplar)

Google Play Store'a "Google Play Kitaplar" diyerek arama yapabilir ve uygulamayı yükleyebilirsiniz.

Şimdi metin okumak için genellikle Text-To-Speech (TTS) olarak adlandırılan eklentiyi kuracağız. Play Store'da bir çok TTS eklentisi mevcut fakat en stabil eklentiyi yine Google amca sunuyor. O yüzden Play store'a "Google Metin Okuyucu" yazarak arama yapın ve aşağıda resimde belirtilen eklentiyi telefonunuza kurun;

Bu uygulama bir eklentidir, metinleri Türkçe veya istediğiniz başka bir dilde okumanızı sağlar.



Google Metin Okuma kurulumu bittikten sonra Android ayarlarından küçük bir ayar yapmalıyız. Bunun için telefonunuzun ayarlarından > Erişebilirlik seçeneğini seçin;

Erişebilirlik penceresinin alt kısmında (benim telefonumda o şekilde belki sizde daha üstte olabilir) "Metin Konuşma Çıktısı" seçeneğini seçin.

Daha önceden yüklemiş olduğunuz (belki farkında olmadan) kitap okuyucu uygulamalar yada metin-ses eklenti programları sisteminizde olabilir. Fakat biz Google Play Kitaplar uygulamasını kullanacağımız için Google'ın seslendiricisini seçeceğiz. Dilerseniz bu ekrandaki Konuşma Hızı seçeneği ile konuşma hızını ayarlayabilirsiniz. Varsayılan Dil Durumu seçeneği ile de diğer dillerde okuma yaptırabilirsiniz.

 Şimdi sıra "Google  Play Kitaplara", PDF yada Epub olarak elimizdeki kitapları yükleme işine geldi. Yükleme işlemi için telefonunuzda bulunan konuma "dosya yöneticisi" uygulaması ile ulaşın. Genelde "indirilenler" klasöründe bulunurlar. Yüklemek istediğiniz kitap dosyasına tıklayın. Açılan pencereden "Google Play Kitaplara dosya yükleme" seçeneğini seçiniz.


Bu aşamadan sonra ilgili kitabınız Google'nın kitap merkezine yüklenecek. Bu işlem kitabınızın büyüklüğüne göre ve internet hızınıza göre biraz zaman alabilir. 

Yükleme işlemi  bittikten sonra Google kitabınızı eğer PDF formatında ise ePub formatına dönüştürecektir. Bu işlem yine kitapınızın büyüklüğüne göre zaman alacaktır. Bazı PDF kitaplar sadece resim olarak tarandığı için bu tür kitapları dönüştüremeyebilir. Bu tür dönüşümler yapılamazsa sesli okuma işlemi de gerçekleştirilemiyor. O yüzden eğer bulabiliyorsanız ePub türünde kitaplar bulunuz. İşleme işlemi bittikten sonra dönüştürülen kitap tekrar telefonunuza eklenir. Artık Play kitaplığınızda dönüştürülmüş kitabınız hazır bir şekilde bekliyor.


Buraya kadar yaptığımız işlemlerle kitabımızı okuma için hazırladık. Unutmayın ki Play kitaplar aynı zamanda çok güzel özellikleri olan (sözlük, işaretleme) bir okuma uygulamasıdır. Şimdi sesli dinlemek istediğiniz kitabı seçiniz ve açınız. Okunmasını istediğiniz sayfaya geliniz, elinizi sayfanın ortasında tuttuğunuzda sayfanın üstünde menüler açılacak. Sağ üst köşedeki menü seçeneğini açın ve Sesli Okuma seçeneğine dokunun.


Okunan cümle hafif sarı olacak şekilde işaretlenir. Bir cümle bittikten sonra diğer cümleye geçilir. Yeni sayfaya geçerken biraz geç geçebilir ama mutlaka geçer. Siz durdurana kadar okumaya devam edecektir. 

Aşağıda bir örnek video çektim. Video çektiğim cihaz biraz dandik olduğu için ses çok tiz geliyor. Fakat kendi kulaklığınız ile gayet tatmin edici bir ses ile kitabınızı dinleyebilirsiniz. 

İyi okumalar ve dinlemeler





29 Ekim 2016 Cumartesi

Cep Telefonunu Kitap Okumak için Kullanmak

Kitap yada kindle'ı her yere taşımak zor. Toplu ulaşımda, gece uyurken yada hastanede sıra beklerken kitaplarınızı veya belgelerinizi okumak isteyebilirsiniz. Cep telefonunuzun ekranı yeterince büyükse artık bu işlem çok kolay. Yapmanız gereken tek şey telefonunuza bir office programı kurmak. Wps office adındaki bu uygulama ücretsiz ve pdf, word dosyalarınızı mobil görünüm içinde özelleştirebiliyor. Ayrıca gece modu yada kitap modu ile gözlerinizi yormayan ışık modlarını da ayarlayabiliyorsunuz.

Öncelikle yazılıma Google Play Store'dan ulaşabilirsiniz;
https://play.google.com/store/apps/details?id=cn.wps.moffice_eng

Wps office bir ofis programı olduğu için her türlü word,excel yada power dosyası oluşturup var olanları düzenleyebiliyorsunuz. Ama bizim amacımız bu programı elimizde var olan PDF yada diğer formatlardaki kitapları okumak için kullanacağız bunun için uyglamayı çalıştırdığınızda ana sayfada bulunan Aç butanuna basınız;

Bundan sonra telefonunuzda bulunan çeşitli dosya türleri için ayrı seçenek gelecektir. Buradan kitabınızın türünün PDF olduğunu kabul ediyoruz ve PDF seçeneğini seçiyoruz.

Bu işlem ile telefonunda bulunan tüm PDF dosyları listelenecektir. Arasından okumak istediğiniz kitabı seçiniz.
Normal PDF dosyası şeklinde açılacaktır dosya tabi ki bu şekilde okumak zor olacaktır. Dolayısı ile aşağıda görünen mobil görünüm seçeğine tıklayın.
 

 Mobil görünüm modunda yazıların bariz bir şekilde büyüdüğünü göreceksiniz. İsterseniz araçlar kısmından biraz daha büyütebilirsiniz.

 Araçlar seçeneğinde güzel özellikler mevcut. Yazı boyutu ve satır aralığı, sayfa arka plan rengi vb. Özellikler mevcut. Araçlar seçeneğinin alt tarafından bunları ayarlayabilirsiniz.

Uygulamanın en güzel özelliklerinden biri de gece modu. Bu özellik ile arka plan rengi koyu gri yazılar ise açık gri renkte görünüyor böylece gözünüz yorulmadan ve daha az pil harcayarak uzun sürelerde okuma yapabiliyorsunuz.

Gece modu + Mobil görünümde sayfa görünümü ideal okuma biçimine ulaşıyor diyebilirm. Cep telefonlarının ekran boyutları artık 5-6 inch olduğu için ayrıyeten bir kindle cihazı taşımanın anlamı yok diye düşünüyorum.




 Not: Bazı kitaplar PDF'e dönüştürülürken sadece taranarak resim formatında PDF'e dönüştürülüyor. WPS office o tür dosyalarda araçlar seçeneğindeki bir çok özelliği aktife edemiyor. Dolayısı ile salt yazı ile PDF'e dönüştürülmüş kitap dosyaları bulmaya çalışmanızı tavsiye ederim.

İYİ OKUMALAR...

Wolfgang Pauli ve Pauli Etkisi

20. Yüzyılın başları teorik fiziğin altın çağı. Almanya başta olmak üzere tüm dünyada ardı ardına gelen çok önemli buluşlar ve keşifler ile dünya çalkalanıyor. Planck,Einstein, Heisenberg, Bohr, Pauli ve diğer tüm büyük bilim insanları nerdeyse aynı dönemde yaşamış. Hepsinin fizik alanında çığır açan buluşlarının olması yanı sıra kendine has özellikleri de mevcut.

Wolfgang Pauli de bu bilimadamlarından bir tanesi. Pauli'nin hayat hikayesini uzun uzun anlatmayacağım ama kendine has davranışları ve ilginç özellikleri ile ilgili biraz bilgi vereceğim.

Pauli, 1921'de 21 yaşında görelilikle ilgili yazdığı ve Einstein'e bile teorisi hakkında birkaç şey öğreten kitabıyla bilim dünyasına bomba gibi düşmüştü. Dombarılığı ve açık sözlülüğü (kimilerine göre küstahlığı) ile ünlü Pauli, bir derste ayağa kalkarak kim olduğuna ve itibarına bakmaksızn dersi anlatan kişiye tamamen saçmaladığını söylemekten çekinmezdi. Pauli'nin bu kendine has aşırı güveni ile anlatılan bir espri de mevcuttur. Pauli ölür ve cennete gider. Tanrı ona fizik konusunda bilmek istediği bir şey olup olmadığını sorar. Pauli ışık ve madde arasındaki etkileşim sabitinin neden 1/137 değilde 1/137,035999031.... şeklinde ondalıklı bir bölen ile sağlandığını sorar. Tanrı tahtaya gider ve birtakım denklemler yazarak açıklama yapmaya başlar. Kısa bir süre sonra Pauli'nin yüzünde zafer kazanmış ve karşısındakini küçümseyen sırıtış belirir ve Tanrı'nın elindeki tebeşiri alarak şöyle der: "İşte bu, yanlış yaptığın yer tam burası".

Pauli 1930 yılında radyoaktif beta bozunumundaki "Nötrino" adlı hayalet parçacığı tahmin ederek ün kazanmıştır. Bugün nötrinolar çok özel labaratuar ortamlarında gözlenebilen bilinen en küçük atom altı parçacıklardır.

Pauli ünlü teorileri kadar deney teçhizatları üzerindeki efsanevi etkileri ile de bilinir. Ne zaman bir labaratuara girse cihazların kısa devre yaptıkları, patladıkları veya üzerinden silindir geçmiş gibi paramparça yığınlara dönüştükleri görülmüştür. "Pauli etkisi" o kadar kötüdür ki deneysel fizikçi Otto Stern, Pauli'nin Hamburg'taki labaratuarına girmesini yasaklar. Onunla sadece kapalı kapılar ardında labaratuardan uzak bir odada fizik konularını tartışacağını şart koşar. Gerçekleşen ilginç bir olayda Pauli'nin labaratuar yakınında olmasa bile çok uzak bir yerden cihazları etkilediği yönündedir. Bir keresinde fizikçi James Franck'ın Göttingen'deki labaratuarında Pauli yanında bile değilken çok fazla teçhizat problemi yaşadığı görülmüştür. Ancak tren tarifelerine bakıldığında bu labaratuar kargaşalarının tam doruk noktasında Pauli'yi Zürih'ten Kopenhag'a götüren bir trenin beş dakikalığına Göttingen istasyonunda durduğu ortaya çıkmıştır.

Pauli'nin kendisi de tuhaf bir biçimde "Pauli Etkisi" ne inanmıştır. İsviçre'li psikatrist olan Carl Jung'un ömür boyu dostluğunu sürdürdüğü nadir insanlardandır. Jung psikokinetik enerjinin varlığına ve insan düşüncelerinin fiziksel dünyada bazı etkileri olduğuna inanıyordu. Şimdilik bunun açıklanamayacağını fakat ilerleyen yıllarda bilimin gelişmesi ile bunun açıklanabileceğini ümit ediyordu. Pauli gibi büyük bir fizikçi bile böyle bir etkiye inandığına göre olası mümkün bir teori gibi görünüyor.

 

5 Ekim 2016 Çarşamba

Fotosentezdeki Quantum

Bilim adamlarının açıklayamadığı bir konu varsa üstesinden gelebilen tek düşünçe Quantum Fiziği. Quantumla ilgili temel bilinen şeyler elektronun aynı anda iki yerde bulunabilmesi, gözlemciye göre hareket etmesi, aniden kaybolup başka bir yerde belirmesi diyebiliriz. Atom altı bu parçacığın garip davranışları fizikçilerin ve bilimadamlarının sürdürdüğü deterministik yaklaşımı bir anda bitirdi. Fizikçiler quantum mekaniğinin sadece atom altı parçacıklarda gerçekleştiği savını yakın bir zamanda bıraktı ve daha büyük ölçekli alanlarda da quantum kurallarının olduğunu dile getirmeye başladılar.

Bitkilerin fotosentez işlemi ki güneş enerjisini besin olarak sentezleyen yegane işlem, kuşların göç yolları ve koku alma gibi daha macro düzeyde yaşanan olaylar artık quantum ile izah edilmeye çalışılıyor. Quantum etkisi canlıların hayatına bir doping etkisi yaratıyor olabilir ve onların daha esnek ve yumuşak çalışan bir makina olmalarına yardım ediyor olabilir. 

Fotosentez

Bir dereceye kadar çok basit bir işlem, bitkiler yeşil algler ve birçok bakteri fotosentez yapabiliyor. Güneş ışığını karbondioksit ile yakıp enerjiye dönüştürebiliyorlar. Eskiden biyologlar tarafından bu işlem basit bir kimyasal olay olarak kabul ediliyordu.





Güneşten çıkan bir foton milyonlarca kilometre yol aldıktan sonra fotosentezi gerçekleştirecek olan hücreye ulaşır ve oradaki bir elektrona çarpar. Fotonun çarpması ile elektron harekete geçer ve "pinball" oyununda olduğu gibi rastgele bir şekilde sağa sola çarpmaya başlar. Bu çarpmalardan ortaya çıkan enerji de hücrenin enerji ihtiyacını karşılar. Tabi ki her çarpmada elektron biraz enerji kaybeder ve bir zaman sonra durmak zorundadır. Bu noktaya kadar her şey normal. Fizikçileri şaşırtan ise foton ile harekete geçen elektronun çok daha uzun süre enerjisini kaybetmeden uzun bir süre hareket ederek, daha çok noktaya çarpması ve maksimum enerji sağlaması. Fizikçiler bunun ancak bir şekilde mümkün olacağını açıklıyorlar, elektron optimum rota ile hareket etmeli. Bu da demek oluyor ki elektron gideceği en uygun rotayı biliyor ve ona uygun şekilde hareket ediyor. Peki elektron en uygun rotayı nasıl hesaplıyor olabilir. Quantum fiziğinde süper pozisyon olarak adlandırılıan ve elektronun aynı anda bir çok yerde bulunabilmesi olarak tanımlanan bir kural mevcut. Foton çarptığı anda elektron süpersopizyon özelliğini kullanarak en iyi rotayı hesaplıyor. Böylece tek seferde daha fazla yol kataderek daha fazla noktaya çarpıyor ve maksimum enerji üretmeyi başarıyor. Bu da herhangi bir yaprağın yapay güneş enerjisi panellerine göre kat ve kat verimli olmasını açıklıyor.

4 Ekim 2016 Salı

Mars ve İlginç Kayalar

Mars yüzeyindeki ilginç nesnelere dair bir çok komplo teorisi yazıldı çizildi. İnsanlara, evlere, anıtlara hatta nazi tanklarına benzetilen objeler oldu. Komplo teorisi uzmanları ve onların milyonlarca takipçisini bu konular epey meşgul etti. 

Aya ayak basan ikinci adam olan Buzz Aldrin 2009 yılında yeni bir iddia ortaya attı. Marsın uydularından biri olan Phobos üzerinde yapay olma ihtimali yüksek olan bir kayadan bahsetti. Dünya dışı yaşam teorisyenleri için yeni bir tartışmayı başlatmış oldu.

Phobos üzerindeki ilginç kaya


Aslında benzer şekilde Mars yüzeyinde de bir büyük kaya parçası mevcut. Kayanın oldukça yüksek ve düzgün şekilli olması insanda şüphe uyandırmıyor değil. Fakat bilimadamları bunun dünya dışı yaşam ihtimalini kanıtlamayacağını söylüyorlar.

Mars yüzeyindeki kaya

Tabiki Mars yüzeyinde doğal etkilerler oluşmuş bir çok şekil var ve bunlara farklı açılardan bakınca insan yüzü veya piramit benzeri yapılar zannedebilirsiniz. Elimizdeki teknoloji ile şu an bunların net görüntülerine sahip değiliz bu durum komplo teorisyenlerinin ekmeğine yağ sürüyor.


Mars yüzeyinde doğal etkilerle oluşan bu tepe farklı açılardan bakıldığında insan yüzüne ve piranide benzetilebilir.

Simulasyon mu? Gerçek mi?

Bu eski sorular genelde sadece filozofları ilgilendiren meseleler gibi görünürler. Bilim insanları daha ziyade dünya nasıl ve neden oluştu gibi meselelere odaklılardır. Fakat bu konuda bazı mevcut tahminler var ki, konu bilimin meselesi haline gelebiliyor.
Günümüzde bizlerin devasa bir bilgisayar simülasyonu içerisinde yaşıyor olabileceğimize dair fikirlerle ilgilenmek çok sayıda fizikçi, kozmolog ve teknoloji uzmanını mutlu ediyor, Matrix tarzı bir sanal dünyada yaşamak, yaşadığımız hayatı gerçek sanmamıza neden olabilir.
Şüphesiz, isyankar sezgilere sahibiz. Bir simülasyonu bütünüyle gerçek gibi hissedebilir. Elimdeki kahve fincanının ağırlığı, içeriğinde bulunan zengin aroması, etrafımı çevreleyen sesler – bu denli zengin deneyimler nasıl sahte olabilirler?
Fakat geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca bilgisayar ve bilgi teknolojilerinin aldıkları olağanüstü gelişmeleri dikkate almak gerek. Bilgisayarlar bize acayip bir gerçekliğe sahip oyunları deneyimleme şansı sağladılar – bu oyunlarda bulunan otonom karakterler yaptığımız seçimlere yanıt verebilme becerisine sahipler – bunların yanısıra sanal gerçeklik simülatörleri muazzam bir inandırıcılık gücüne sahipler.
Tüm bunlar sizi paranoyak yapmak için yeter de artar.
Matrix hikayeyi eşi görülmemiş bir berraklıkla formülleştirmeyi başarmıştı. Bu hikayede, kötücül bir güç tarafından sanal bir dünyanın içerisine hapsedilen insanlar kendilerine yaşatılan sanal hayatı koşulsuz bir gerçek gibi algılıyorlardı. David Cronenberg'in 1983 yapımı Videodrome ve Terry Gilliam'ın 1985 yapımı Brazil'i de benzer konular işliyorlardı.



İşlerin berbat bir noktaya doğru gittiği bu yapımların ardında karaltılar içerisinde iki soru karşımıza çıkıyor. Gerçek olmayan sanal bir evrende, bir simülasyonun içerisinde yaşadığımızı nasıl bilebiliriz? Ve bunun bir önemi olmalı mı?
Bizlerin aslında bir simülasyonun içerisinde yaşadığımız düşüncesini savunanlar arasında oldukça yüksek profilli insanlar bulunuyorlar.
Haziran 2016'da teknoloji girişimcisi Elon Musk bizlerin su katılmamış bir gerçeklik içerisinde yaşıyor bulunma olasılığımızın milyarda bir olasılığa sahip olduğunu iddia ediyordu.
Benzer şekilde, Google'ın yapay zeka uzmanı Ray Kurzweil bu konuya dair düşüncelerini şu sözler ile özetlemişti; ''Belki de bizim evrenimiz bir başka evrende yaşamakta olan bir lise öğrencisinin bilim deneyinden başka bir şey değildir.''
Dahası, bazı fizikçiler bu olasılığı akılda bulundurmaya istekliler. Nisan 2016'da bu fizikçilerden bazıları ABD, NY'da bulunan Amerikan Doğal Tarih Müzesi'nde konu üzerinde tartıştılar.

YAŞADIĞIMIZ EVREN GERÇEK OLMAYABİLİR
Elbette bu insanların hiçbiri Matrix'te olduğu gibi yapışkan sıvılarla dolu bir kapsülün içerisinde kablolarla tutturulmuş şekilde yaşadığımızı ileri sürmüyorlar.
Onun yerine iki farklı şekilde içerisinde yaşamakta olduğumuz evrenin aslında gerçek olmayabileceğini öne sürüyorlar.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden kozmolojist Alan Guth, evrenimizin bir laboratuvar deneyinden ibaret olabileceği iddiasında bulunuyor. Bu düşünceye göre evrenimiz süper zeki bir tür tarafından yaratılmış olabilir, aynı mikro organizmalardan bir koloni oluşturan biyologların yaptıkları gibi.
Guth, bu düşüncenin evrenimizin oluşumunda gerçekleştiği düşünülen Büyük Patlama'nın sonucunda uzayın gerçek madde ve enerji ile dolduğu düşüncesini geçersiz hale getirmediğini de söylüyor.
Yeni bir evren kendi baloncuğu içerisinde kendi uzay zamanını yaratabilir. Bu evreni kapsayan baloncuk belki de daha büyük merkezi bir evrenden koparak ortaya çıkmış ve zamanla aralarındaki bağlantı bütünüyle yitirilmiş olabilir.
Bu senaryo aslında hiçbir şeyi değiştirmiyor. Evrenimiz bir kabarcık içerisinde yukarıda anlatıldığı gibi oluştuysa, bu kabarcık oluşumlar bir deney odasında bulunan test tüpleri içerisinde bulunan kabarcıklar olabilirler, fakat bu fiziksel ''gerçeklik'' sözde ''doğal'' olarak ortaya çıkmış sayılıyor.


BİR BİLGİSAYAR KARAKTERİNDEN FARKLI DEĞİLİZ
Ancak, ikinci bir senaryo daha bulunuyor. Ayrıca bu ikincisi, tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor, çünkü bizim gerçeklik dediğimiz şeyi bütünüyle yıkmak üzerine kurulu.
Musk ve öteki benzer kafadaki kimseler bizlerin bütünüyle simülasyondan ibaret olduğumuz düşüncesini öne sürüyorlar. Bu düşünceye göre bizler, süper güçlü bir bilgisayarın içerisindeki bilgisayar oyunu karakterlerinden farklı değiliz.
Hatta beyinlerimiz de bu bilgisayar tarafından programlanmış durumda, bilgisayarın bize verdiği sahte verilere tepki vermek üzerine kurgulanmışlar.
Bu görüş, bize içerisinde yaşadığımız söylenen Matrix'ten bir kaçış olmadığı sonucuna varmamızı sağlıyor. Yaşadığımız her neresi ise, orada yaşamaktan başka çaremiz olmadığını söylemek istiyorlar.
Peki ama bu tip oldukça süslü bir olasılığa neden inanalım? Ortaya atılan düşünce oldukça basit: bizler zaten simülasyonlar üretiyoruz, ve pekala daha iyi bir teknolojinin yardımı ile ürettiğimiz simülasyonlar çok daha kapsamlı bir hale gelebilir.
Gerçekleştirdiğimiz bilgisayar simülasyonları oyunlardan ibaret değil, araştırmalarımız için de bu tip teknolojiler kullanıyoruz. Bilim insanları bir atomun davranışından tutun da koca bir toplumun davranışlarına ya da evrenin tamamına kadar pek çok unsuru taklit eden simülasyonlar üretmeye çalışıyorlar.
Örnek olarak, hayvanlara dair yapılan bilgisayar simülasyonları sürü ya da bireysel halde sürdürülen davranışların karmaşıklığı hakkında bilgilerimizi arttırmamıza yardımcı olabilir. Daha farklı simülasyonlar bize gezegenlerin, yıldızların ve galaksiler hakkında bilgi sağlayabilirler.
İnsan topluluğunu taklit eden simülasyonlar ile şirketlerin nasıl ortaya çıktıklarını, şehirlerin nasıl geliştiklerini, trafiğin ve ekonominin nasıl işlediğini ve daha pek çok konuda bilgilerimizi arttırabiliriz.
Bilgisayarların güçleri arttıkça ürettiğimiz simülasyonlar daha karmaşık ve gelişmiş bir yapıya ulaşıyorlar. İnsan davranışlarını taklit eden bazı simülasyonların bilişsel yapımızı taklit etme denemeleri uzun zamandır deneniyor. Araştırmacılar üretilen simülasyonların karar alma süreçlerinde bilgisayar yazılım dilinde sıkça kullanılan ''if...then...'' (eğer...o halde...) kısıtlamasının ötesine geçecekleri tarihin hiç de uzak olmadığı konusunda hemfikirler. Onun yerine bilgisayarlara insan beyninin basitleştirilmiş bir modelini entegre ederek nasıl tepki vereceğini görmek istiyorlar.

EVRENİN BİR BAŞKA KÖŞESİNDE ZEKİ BİR TÜR ÇOKTAN BU NOKTAYA ULAŞMIŞ OLAMAZ MI
Bir gün gelecek bütünüyle hesaplamaya dayanan ve Matrix'te bulunan ajanlar gibi düşünüp karar alabilen sanal oluşumlara hayat veremeyeceğimizi kim söyleyebilir? İnsan beyninin çalışma prensiplerini daha iyi anlamamız ve haritalandırmamız, kuantum bilgisayarlarının vaat ettikleri uçsuz bucaksız işlem hacmi ile birleştiğinde tüm bunları gerçekleştirmek gündelik hayatın sıradan bir parçası haline gelebilir.
Eğer bu aşamaya ulaşırsak, çok fazla sayıda simülasyonu işletme şansımız olacaktır. Tüm bunlar çevremizi saran ''gerçek'' dünyadan daha geniş ölçekli ve sayıca üstün durumda olacaklardır.
Evrenin bir başka köşesinde zeki bir tür çoktan bu noktaya ulaşmış olamaz mı?
Eğer öyle ise, evrenin bir yerlerinde bizim gibi bilinçli varlıkların aslında bir simülasyonun içerisinde yaşadığımızı ve arkada çalışan sanal gerçeklik içerisinde sadece bir tane dünya olmadığını düşünmesi de mantıklı olacaktır. Bu olasılık şimdi daha büyük bir boyut kazanıyor.
Oxford Üniversitesi'nden filozof Nick Bostrom, bu senaryoya dair üç olasılık öne sürüyor.
Zeki toplumlar kendilerini sistemin dışına çıkarmayı başarmadan aslında bir simülasyonun içerisinde yaşadıklarını asla gerçek manada öğrenemezler, ya da
Zeki bir başka tür bu noktaya vardıysa da bazı sebeplerle bu tip bir simülasyon kurmamış olabilirler, ya da;
Bizler bir simülasyonun birer parçası olmaya uygunuz.
 Mesele şu ki, bu opsiyonlardan hangisi daha fazla olasılık dahilinde olabilir?
Astrofizikçi ve Nobel ödüllü George Smoot, birinci ve ikinci olasılıklara inanmamız için ortada bir sebep olmadığını belirtiyor.
Şüphesiz, insanlığın kendisi şu anda pek çok problemin sebebi durumunda, küresel ısınma ve nükleer silahlar sebebiyle neslinin tükenme olasılığı gibi. Fakat bu sorunlar nihai bir son manasına gelmek zorunda değiller.
Üstelik, bu problemleri yaşıyor oluşumuz, bunların da üretilmiş ajanların içeriğinde kendilerini gerçek ve özgür sandıkları bir simülasyonun bir parçası olmadıkları manasına gelmez. George Smoot şunu da ekliyor, Evrenin başka bir köşesinde bizim dünyamız gibi yaşanabilir bir başka gezegende neler olduğuna dair ne biliyor olabiliriz? Bu daha ziyade, bizim kendimizi evrendeki en zeki canlı türü olduğumuzu farz etmemiz ile ilgili olabilir.
İkinci madde hakkında neler söyleyebiliriz? Mesela, yaratacağımız bir simülasyon teknik bir sorun nedeniyle kendisinin gerçekten var olduğunu düşünecek olsa ve özerkliğini ilan etse, o halde etik sebepler nedeniyle simülasyonlar üretmeyi durdurabiliriz.
Fakat Smoot'un söylediğine göre bu pek olasılık dahilinde değil. Çünkü gerçek dünyayı taklit eden simülasyonlar üretmemizin oldukça geçerli bir sebebi bulunuyor. Bu bilgisayar simülasyonları dünyayı daha iyi bir hale getirebilir ve başkalarının hayatlarını kurtarabilir. İşte bu onları üretip işletmemiz için yeterli bir etik sebeptir.

BU BİR SİMÜLASYONSA PROGRAMIN AÇIKLARI BULUNABİLİR
İşte bu gerekçeler bizi üçüncü olasılık ile baş başa bırakıyor; biz zaten bir simülasyonun içerisinde yaşamaktayız.
Fakat bu şimdilik sadece bir varsayımdan ibaret. O halde, bir simülasyonun içerisinde yaşadığımıza dair kesin kanıtlara nasıl ulaşabiliriz?
Çok sayıda araştırmacı bu tip bir kanıta ulaşmanın simülasyonun ne derece iyi kurgulandığına bağlı olarak değişebileceğine inanıyorlar. Bu konuda atılabilecek en iyi adım, programın içerisindeki hataları aramak olacaktır, aynı The Matrix'te yapay bir doğada yaşamakta olunduğunu açığa çıkaran arızalı noktalar gibi sorunlar bulmak, sistemin asıl yapısının ortaya çıkmasını sağlayabilir. Örneğin, fizik yasaları ile uyumsuz unsurları arayıp tespit ederek bunu yapabiliriz.
Alternatif olarak, yapay zeka mütehassısı Marvin Minsky'ın önerisi şu yönde, bu arama çalışmasını hesaplama hatalarından ortaya çıkan ''sayıları yuvarlak hale getirme'' sorunlarını tespit ederek gerçekleştirebiliriz. Örneğin, sonuçlanma olasılığı güçlü hadiselere '1' diyecek olursak, bunların gerçekleşmediklerini tespit etmemiz, ortada ters giden bir şeyler olduğunu anlamamızı sağlayabilir.
Bazı bilim insanları, bir simülasyonun içerisinde yaşadığımızı düşünmek için ortada ciddi sebepler olduğuna ikna olmuş vaziyetteler. Sebeplerden bir tanesi, evrenimizin sanki tasarlanmış gibi görünmesidir.
Doğanın değişmezleri, mesela temel güçlerin kuvvetleri gibi, yaşamı mümkün hale getirmek için bilhassa ayarlanmış gibi görünmektedirler. Aksi halde atomlar uzun süre stabil halde kalamazlardı, ya da yıldızlar mevcut formlarına sahip olamazlardı. Bu meselelerin mevcudiyetleri ve neden böyle oldukları, kozmolojinin en derin gizemleri olarak varlıkları koruyorlar.

"ÇOKLU EVREN"
İhtimal dahilindeki bir yanıt ''çoklu evren'' düşüncesini anımsamamızı sağlıyor. Belki de orada bir yerlerde çok sayıda başka evren bulunuyordur, hepsi Büyük Patlama benzeri hadiseler ile ortaya çıkmışlardır ve hepsi farklı fizik yasaları tarafından yönetiliyorlardır. Bu evrenlerin bazıları ise şans eseri hayatın yeşermesi için uygun ortama sahip olmuşlardır – ve eğer bu tip bir uygun ayara sahip olmayan bir evrende olsaydık uygun ortama sahip olanlar hakkında gereken soruları soramazdık, çünkü asla var olamazdık.
Ancak, paralel evrenler fikri oldukça spekülatif bir düşünce. Bu sebeple en azından kendi evrenimizin içerisinde yaşama olasılığı mümkün olsun diye parametreleri ile oynanarak yıldızların, galaksilerin ve insanların ortaya çıkmalarını sağlamaya yönelik düzenlemelerin yapıldığı bir simülasyon olduğunu düşünmek akla yatkın hale gelmektedir.
Bunun mümkün olmasına rağmen, mantık bizi herhangi bir noktaya ulaştırmıyor. Yine de, herhalde yaratıcılarımızın ''gerçek'' evreni onların da var olmaya devam edebilmeleri için bilhassa yaşama uygun şekilde ayarlanmış olmalı. Demek oluyor ki, varsayalım bir simülasyonun içerisindeyiz, o halde bu yaşama uygun hale getirme meselesi için evrene düzgün bir ayar çekilmiş olması gizemini aydınlatmamızın bir yolu bulunmuyor.
Konu evrende hata aramaya gelince, bazıları modern fizik sayesinde keşfettiğimiz ve gerçekten tuhaf olan bazı unsurların bir şeylerin yanlış gittiğine dair en güçlü deliller olduklarını işaret ediyorlar.
Kuantum mekaniği, evrendeki en küçük ölçekli unsurların teorisi, her türlü acayipliğin en üst seviyesinde. Örneğin, hem madde hem de enerji tanecikli bir görünüme sahipler. Dahası, inceleyebildiğimiz evrenin çözünürlüğünde limitler olduğunu görüyoruz, ve eğer çok ufak ölçekli bir şey üzerinde çalışıyorsak, şeylerin ''belirsiz'' bir görünümde olduklarına tanık oluyoruz.
Smoot, bunların kuantum fiziğinin belirsiz özellikleri olduğunu ve bir simülasyonun içerisinde var olduğumuzu düşünmemize sebep olan etkenler haline geldiklerini söylüyor. Bu durum aynı önünüzdeki ekrana çok fazla yakından baktığınızda görüntünün içerisindeki pikselleri görebilmeniz gibi bir duruma neden oluyorlar.
İkinci bir tartışma, evrenin matematiksel ana hatlar üzerinde ilerlediğine dair ortaya çıkıyor, bu da kendinizi bir bilgisayar programının içerisinde gibi sanmanıza neden olabilir. Eninde sonunda, bazı fizikçilerin söyledikleri, gerçeklik sadece matematikten ibaret olabileceği yönünde.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden Max Tegmark, eğer fizik yasaları birer bilgisayar algoritmasından ibaret iseler, bundan ne ummamız gerektiği tartışmasını ortaya atıyor.
Ancak, bu tartışma oldukça dolambaçlı görünüyor. Hepsinden önce, eğer bizim ''gerçek'' dünyamız bazı süper zeki canlıların ürettikleri simülasyonlardan ibaret ise, aynı bizde olduğu gibi bunların kendi evrenleri de bazı fiziksel prensiplerin temelleri üzerinde bulunuyor olmalıdır. Demek oluyor ki, bizim dünyamızın matematikselliği bir bilgisayardan kaynaklandığı manasına gelmez, aksine evrenimiz bir bilgisayar simülasyonu olsa da matematiksel yapısı o simülasyonu işleten bilgisayarın bulunduğu evrenin kendi kuralları da o şekilde olduğu için mümkün olabilir.
Aksine, simülasyonlar matematiksel kurallar üzerine inşa edilmiş olmak zorunda değiller. Örneğin, rastgele sonuçlara ulaşmak üzere kurgulanmış olabilirler. Bu durumda süreçlerin sonucunda elde ettiğimiz veriler açık deliller olmayacaklardır, yani doğanın matematiksel işleyişi her şeyin ''gerçek'' olduklarını düşünmemiz için yeterli birer sebep sayılamazlar.
Ancak, fiziğin temelleri hakkında yaptığı çalışmalara dayanarak Maryland Üniversitesi'nden James Gates, daha spesifik sebepler öne sürerek fizik kanunlarının bir bilgisayar simülasyonu tarafından dikte edildiklerini düşünmemiz için olağan şüpheler bulunduğunu söylüyor.
Gates, kuarklar, proton ve nötronların bileşenleri, atom çekirdeği gibi atomaltı parçacıklar düzeyindeki madde hakkında çalışmalar sürdürüyor. Diyor ki, bu parçacıkların davranışlarını yöneten kanunlarda oluşan hatalar bir bilgisayar tarafından işletilen yazılımlardaki hataları düzeltmeye yarayan kodlara sahip gibi görünüyorlar. Yani belki de bu kanunlar gerçekten bilgisayar kodlarından ibaret olabilirler mi?
Belki de olabilir. Ya da belki de bu fiziksel yasaların hatalarını düzelten kodlar bulunduğu düşüncesi, bizim kendi ilerlemiş teknolojilerimizin ışığında doğayı yorumlama şeklimizden kaynaklanmaktadır.

BİR SİMÜLASYONUN İÇERİSİNDE YAŞADIĞIMIZI İSPAT ETMEMİZ OLDUKÇA GÜÇ
Bir zamanlar Newton mekaniği evreni saat mekanizması gibi işleyen bir sistem olarak algılamamıza neden olmuştu, ve daha yeni olan genetik çalışmalar – bilgisayar çağının şafağında – bazı şeyleri kayıt ve okuma özelliğine sahip dijital kodlar gibi görmemize neden oldular.
Eğer imkansız değil ise bile bir simülasyonun içerisinde yaşadığımızı ispat etmemiz oldukça güç görünüyor. Eğer bir simülasyonun içerisinde yaşıyorsak bile, sistemi yürüten bilgisayar aşırı büyük bir hata yapmadığı sürece bunu ispat etmemiz mümkün olmayabilir.
Smoot, gerçeği asla öğrenemeyebileceğimizi söylüyor, sebebi basit, zihnimiz bunun için yeterli değildir. Nihayetinde, kendi ürettiğiniz bir oyunun kurallarına göre hareket edecek bir ajan yarattığınızda, bu ajanın sistemi yıkmasını istemezsiniz. Eğer bir simülasyonun içerisinde yaşıyorsak bile, bu dışını asla göremeyeceğimiz bir kutudan ibaret olabilir.
Ancak bu bilgece sebep eğer büyük bir bilgisayar tarafından yönetiliyorsak bu duruma neden üzülmememiz gerektiğini gösteriyor. Çünkü eğer öyle ise bile bazı fizikçiler bizim hayatımız dışında ''gerçek' bir dünya ve hayat var ise bile onun da bizimkine benzediğini düşünüyorlar.
Kuantum teorisinin kendisi artan bir şekilde bilgi ve hesaplama konusuna dayanıyor. Bazı fizikçiler şunu hissediyorlar, en temel seviyesinde, doğa kuramsal matematikten ziyade kuramsal bilgiye dayanan bir yapıya sahip: bilgi bitlerinde olduğu gibi bilgisayarların çalışma prensibi olan bir ve sıfırlardan oluşmuş gibiler. Etkili br teorik fizikçi olan John Wheeler bu kavramı şöyle adlandırıyor, ''Bit'ten mütevellit.''
Bu bakışa göre, en temel parçacıklardan yukarı doğru var olan her şey, bir çeşit hesaplamadan ibaret.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden Seth Lloyd diyor ki, ''Evren bir çeşit devasa kuantum bilgisayarı olarak kabul edilebilir. Eğer evrenin ''içine'' bakacak olursak – maddenin en küçük boyutunun yapısına – bu sistemin içinin -kuantum- bitlerinden başka bir şey olmayan lokal, dijital işleyişe sahip olduğunu görürüz.
Bu bizi maddenin kütlesine götürüyor. Eğer gerçeklik sadece bilgi ise, ve eğer biz bir simülasyonun içerisindeysek ya da değilsek, bu bizi daha az ''gerçek'' yapmıyor. Her iki durumda da, bilgi bütünüyle biz olabiliriz.
Bu bilginin doğa ya da süper zeki bir bilgisayar tarafından programlanmış olması neyi değiştirir? Neden değiştirmesi gerektiği de yeterince açık değil – şunun haricinde, sonraki durumda, herhalde yaratıcılarımız simülasyona müdahale edebilirler, ya da hatta tamamen kapatabilirler. Bu konuda nasıl hissetmeliyiz?
Bu olasılığı önemseyen Tegmark, simülatörün sıkılma olasılığına karşı hepimizin dışarı çıkıp ilginç bir şeyler yapmamızı öneriyor.
Bu söylemin en azından yarısının şakacıktan ifade edildiğini düşünüyorum. Yine de, elbette ilginç hayatlar sürmek için sebep arıyorsak aksi takdirde silineceğini düşünmekten daha iyi seçenekler bulabiliriz. Fakat fikrin tamamıyla birlikte bazı problemler yanlışlıkla ağızdan kaçıyor.
Süper zeki bilgisayar düşüncesi şöyle söylüyor, ''Ahh bak, bu biraz sıkıcı çalışıyor, hadi bunu kapatıp başka bir tane açalım,'' bu görüş insandan çıkabilecek komiklikte. ''Yaratıcılarımızın'' Xbox başında oturan gelgeç akıllı gençler olabileceği ihtimali üzerine Kurzweil'in bir okul projesine verdiği yanıt gibi.
Bostrom'ın üç olasılığı hakkındaki tartışmalar bir çeşit solipsizme (tekbencilik) yol açıyor. Bu, evren hakkında derin sözler söylemek için 21.yy insanına uygun bir tahmin girişimi. Şuna söylemeye getiriyor: ''Biz bilgisayar oyunları yapıyoruz. Bahse girerim bizden daha gelişmiş canlılar da kesin yapıyorlardır. Tek fark onlar yaptılar mı alasını yapıyorlar!''
Bu süper zekalı oluşumların neler yapabileceklerini düşünmeye çalışalım, ya da bunların neden oluştuklarını, önümüzde pek fazla seçenek yok fakat işe kendimizden başlayabiliriz. Fakat bunlar cehaletin iplik ağları ile çepeçevre sarıldığımız sonucuna gelmemeli.
Dünyanın simülasyon olabileceği görüşü eski bir filozofik görüşün günümüz teknolojisi ile harmanlanmış hali. Bunda bir sakınca yok. Pek çok filozofik muamma gibi, o da kendi sanılarımızı ve önyargılarımızı yeniden gözden geçirmemizi sağlıyor.
1700'lerin başlarında filozof George Berkeley, dünyanın sadece bir illüzyondan ibaret olduğunu söylemişti. Bu düşüncesi coşkulu İngiliz yazar Samuel Johnson tarafından şu şekilde reddedildi, ''Onu bu şekilde çürütüyorum...'' – ve bir taşı tekmeledi.
Johnson gerçekte hiçbir şeyi çürütmedi. Fakat buna rağmen doğru yanıtı ortaya attı.

Philip Ball


3 Ekim 2016 Pazartesi

Needleman-Wunsch Algoritması

Algoritma,  Protein ve DNA sekanslarının hizalanması için bulundu. 1970 yılında büyük dizilerin hizalanması için ilk defa kullanılan ilk Dinamik Programdır. İki dizi içindeki benzerlikler ve benzer olmayan durumlar puanlandırılır ve bir tabloya yerleştirilir. Puanlama işlemi bittikten sonra sağ alt köşeden başlayarak en az penaltı puanına sahip olan yol optimum hizalamayı verir. 

Elimizde

GCATGCU
GATTACA

şeklinde iki adet nükleotid dizisi olsun. Bu iki dizinin onlarca hizalanma ihtimali mevcut fakat bize en optimum olanı lazım. Bunun için dizi elemanlarını yatay ve dikey olarak tabloya yerleştiriyoruz. Tablonun üzt kısmında bir satır boş bırakılıyor.


Dah sonra bu tabloyu en üst satırdan başlayarak dolduruyoruz.
Birbirinin aynı olan harfler (G/G gibi) +1 ile
Uyumsuzlar (G/A gibi) -1 ile
Boşluk harf kombinasyonları (G/"-" gibi) -1 ile puanlandırılsın.

Bu algoritmada komşu olan karelerden en yüsek değerli olanı alınır ve puanlama onun üzerine eklenerek yapılır. İlk satırı doldurduğumuza aşağıdaki gibi olacaktır;


Görüldüğü gibi en üstteki sıra 0 dan başlayarak ceza puanı olan -1 eklenerek devam etti. Yatay ve dikey sıralartamandık tan sonra G ile başlayan ilk yatay sıraya geliyor. Burada G-G uyumu +1 ile puanlandıracak, komşu karelerde en büyük değer 0 olduğu için + eklenecek ve o kare +1 olacak;


Şimdi ikinci satırdaki G-C için -1 değeri vermeliyiz. Komşu karelerdeki en büyük değer +1 dolayısı ile -1 ile toplandığında bu karedeki değer 0 olacaktır;


Bu şekilde tüm tabloyu dolduruyoruz. Tüm değerler yazıldıktan sonra sağ alt köşeden başlayarak en yüksek puan değerine ulaşan hizalamalar optimum oluyor.


Bu tabloda çeşitli optimum hizalamalar mevcut, mavi ve kırmızı oklarla köşegen geçişler harf karşılıklarını belirtirken yatay ve dikey geçişler (siyah okla belirtilenler) "-" indel boşluk karakterini ifade eder.

Tabloya göre olası ihtimaller şöyle olacaktır;

GCATGCU      GCATG-CU      GCA-TGCU      GCAT-GCU
GATTACA      G-ATTACA      G-ATTACA      G-ATTACA